Doğum oranları düştükçe yaşlanan ve azalan nüfus ekonomiler üstünde baskı kuruyor. Suni zekâ ve robotlar emeği bir dereceye kadar ikame edebilir. Fakat yaşlanan nüfusun ekonomiler üstündeki tahribatını bertaraf edemez

31 Mart tarihinde gösterilen yazımda düşük doğum oranlarıyla artışıyla gittikçe yaşlanan ve azalan nüfusun ekonomiler üstünde oluşturabileceği tahribata dikkat çekmiştim. Düşen doğum oranlarını “modernleşmenin” bir parçası olarak gören Batı bile çark etmiş durumda. Nüfusun yaşlanmasını engelleyememeleri halinde ekonomik üretkenlikleri ve rekabet güçlerinin ne aşama büyük bir yara alacağının farkındalar.

Çocuk sahibi olmayı teşvik ederek trendi tersine çevirmeye çalışıyorlar. Bilhassa de Avrupa Birliği ülkeleri. Fakat milyarlarca euroluk teşviklere karşın bekledikleri etkiyi tetikledikleri söylenemez. Aile kurumunun temellerini o denli derinden sarstılar ki, finansal teşviklerle süreci tersine çevirmeleri artık mümkün değil.

Suni zekâ ve robotlardan medet umanlar var. Bu tip akıllı otomasyon teknolojileri emeği belli bir dereceye kadar ikame edebilir. Fakat yaşlanan ve azalan nüfusun ekonomiler üstünde niçin olabileceği tahribatı tek başına bu teknolojilerle bertaraf edemezsiniz.

Doğurganlık hızının nüfusun yenilenme düzeyi olan 2.1’in altında kalması demografik olarak tehlikeli bir durumdur. Şu an yüksek gelirli ülkeler düzeyinde nüfusun yenilenme oranının 2.1’ın üstünde olduğu tek ülke İsrail. İtalya, İngiltere, İspanya, Japonya ve Cenup Kore kırmızı alarm veriyor. ABD’nin durumu Avrupa’dan birazcık daha iyi.

Türkiye’de de bu oran tehlikeli seviyelere inmiş durumda. 2011 senesinde 2.11 çocuk olan toplam doğurganlık hızı, 2023’te 1.51’e kadar düştü. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu eğilimi “varoluşsal tehdit” olarak nitelendirmesi boşuna değil.

MERKEZ’DEN ÜÇ HAMLE

Beklendiği suretiyle, Merkez Bankası siyaset faizini yüzde 50’de durağan(durgun) tuttu. Para politikası, faiz açısından yeterince sıkı durumda. İlave bir aksiyona gerek yoktu. Likidite yönetimi ve çeşitli finansal riske karşı ise bazı tedbirlere gerekseme vardı. Merkez Bankası bu yönde üç hamle yapmış oldu:

Piyasadaki TL likidite fazlasını emmek için zorunluk karşılık (ZK) oranları artırıldı

KKM’den çıkış için ek düzenlemelere başvuruldu

Yabancı para (YP) kredilere aylık yüzde 2 sınır getirildi.

Bu ilave tedbirlerin niçin devreye alındığına bakalım. Yabancı yatırımcıların Türkiye’ye olan ilgisi artıyor. Yabancılar tahvil ve hisse senedi piyasalarına para getirseler de ana para girişi ağırlıklı olarak swap ve benzeri kanallar üstünden gerçekleşiyor. Bu kanallardan gelen paranın vadesini kestirmek güç. Dolayısıyla siyaset yapıcıların tetikte olması gerekiyor. Bu refleksle Merkez Bankası, sıcak para kanallarıyla içeriye giren dövizin büyük kısmını kendine çekiyor. Doğrusu döviz rezervlerini artırıyor. Yurtiçi yerleşikler içinde dövizden TL’ye geçiş hızlandı. Bu da piyasadaki TL likiditesini arttıran bir başka unsur. Merkez Bankası, TL’deki likidite fazlasının krediye dönüşmesini ve mevduat faizlerini düşürmesini istemiyor. Bu sebeple bu eğilimler, enflasyonla mücadeleyi zorlaştırıyor. Likidite fazlalığının çekilmesi lazım. Onu yapmanın bir yolu depo ihaleleri. Merkez Bankası aslına bakarsan bu yöntemi uyguluyor. Fakat kafi olmuyor. Bir başka yol ise ZK oranlarını arttırmak. Merkez Bankası, perşembe günü değişik mevduat türleri için ZK oranlarını 4 ila 12 puan içinde artırdı. ZK hamlesi likidite fazlalığının bir kısm-ı nı eritecektir. Cuma günkü verilerden bu uygulamanın işe yaramaya başladığını gördük. Fakat piyasadaki fazla likiditeyi kurutma noktasında bir yerden sonrasında ZK da kafi gelmeyebilir. Merkez Bankası, gelecek haftalarda likidite senedi ihracı opsiyonunu değerlendirebilir.

YABANCI PARA KREDİLERİNE HIZ LİMİTİ

Gelelim YP cinsinden kredilere getirilen limite. Yüzde 65’in üstüne çıkan TL kredi faizleri, şirketlerin kredi talebini iyice yavaşlattı. Ticari kredi talebinin düşmesi, şirketlerin finansmana ihtiyacı olmadığı anlamına gelmiyor. Yüksek faizle kredi çekerek yapılacak yatırım ve ticaretin getirisi maliyetini karşılaşmayacağından krediye başvurmak şirketlere makul gelmiyor. Dövizle borçlanma ise cazip. YP bazlı ticari kredilerde faizler, yüzde 8-9 seviyesinde. Durum bu şekilde olunca döviz gelirine haiz büyük firmalar rotayı buraya kırdı. 2018’de yürürlüğe giren düzenlemeler sonrasında gerçek sektörün döviz cinsinden borçlanmasına belli kurallar getirilmişti.

Bu düzenleme oldukça yerinde bir uygulamaydı. Hatta geç kalınmıştı. Artık her şirket YP cinsinden borçlanamıyor. Büyük şirketlerin birçoğu ise bu imkâna haiz. Son haftalarda YP kredilerin artış oranı, TL kredilerle yarışır hale geldi. Her büyük firmanın döviz riskini ustalaşmış şekilde yönettiğini savlamak güç. Dolayısıyla, YP kredilerde ipin ucu kaçarsa, bu eğilim makro istikrarı tehdit edebilir. Bu yüzden Merkez Bankası, YP kredilerdeki gelişme oranını yavaşlatmaya dönük ilave bir düzenlemeyi devreye aldı. Merkez Bankası’nın bir sonraki adımı TL ticari kredilerde bankalara koyduğu gelişme hedefini kaldırmak olmalı. Böylece KOBİ’lerin krediye erişimi bir nebze olsun rahatlayabilir. Ticari kredi piyasası aşırı daralırsa, bankalar ilave mevduata gerekseme duymaz. Mevduat faizleri düşer. Enflasyonla mücadeleyi zorlaştıracak bu şekilde bir noktaya savrulmamak için ticari kredi piyasasına yönelik titiz bir emek verme yapmakta yarar var.