Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılda madenlerin verimliliğinin artırılması ve iyi işletilmeleri için Fransız maden nizamnameleri esas alınarak 1861, 1869, 1887 ve 1906’da dört kez nizamname çıkarıldı. 1861 Nizamnamesi’yle ilk kez yabancılara maden işletme imtiyazı verilirken, 1869 Nizamnamesi’nde de ilk kez madenlerin güvenliği ve sıhhat koşulları üstünde duruldu

Medeniyetlerin gelişimi, madenlerin bulunup işlenmesiyle olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda madenciliğe oldukça ehemmiyet verilirdi. Bazı seferler, mühim maden yataklarının ele geçirilmesi için yapılmıştı. Osmanlı döneminde madencilikle ilgili Ahmet Refik, Fahrettin Tızlak, Mustafa Altunbay, Rhoads Murphey, Robert Anhegger, Özkan Keskin ve Donald Quataert’in araştırmaları vardır.


Bir kömür madeni.

MODERNLEŞTİRME ÇALIŞMALARI

Endüstri Devrimi’nden sonrasında 19. yüzyılda maden çıkarma teknolojisinde süratli gelişmeler yaşandı. Bu teknolojik gelişmeler Osmanlılar tarafınca takip edilmeye çalışılmasına karşın maden çıkarma büyük oranda “el emeği”ne bağlı kaldı. Bu durum da üretimin düşük, maliyetin de fazlaca yüksek olmasına yol açtı. 19. yüzyıldaki ana para sıkıntısından dolayı Osmanlı topraklarındaki maden ocaklarının bazıları atıl hale gelip üretim oldukça düştü.

1842 senesinde “Ma’adin-i Hümâyûn Meclisi” kuruldu. Meclisin görevi, ülke topraklarındaki maden ocaklarının dönemin şartlarına uygun şekilde işletilmesi için yeni düzenlemeler üstünde çalışmaktı. Eylül 1856’da madenlerle ilgili Gömü-i Hassa, Meclis-i Vâlâ, Maliye ve Evkaf-ı Hümayun Nezareti’nden temsilcilerin katılmış olduğu bir toplantı yapılmış oldu. Tüm maden ocakları için geçerli olacak bir nizamnamenin hazırlanması ve Rumeli coğrafyasındaki madenler için bir şirket kurularak hisselerinin vatandaşlara satılması kararlaştırıldı.

Bu görüşlerin uygulanabilirliğiyle ilgili Ma’adin-i Hümâyûn Meclisi’nden görüş istendi. Meclis, görüşlerinin yanında 1857 senesinde imparatorluk coğrafyasında bulunan maden ocaklarının bulundukları bölgeler, cinsleri ve genel durumlarıyla ilgili bir döküm yapmış oldu. Ma’adin-i Hümâyûn Meclisi’nin hazırladığı verilere nazaran Nisan 1857’de Osmanlı coğrafyasında 72 tane maden yatağı vardı. Maden ocaklarının işletme imtiyazını alan kişiler çoğu zaman gayrimüslimlerdi. 19. yüzyılda kömür madenleri ön plana çıktı.

19. yüzyıldan itibaren madenlerin verimini çoğaltmak amacıyla Avrupa’dan madencilik alanında uzman adlar istihdam edildi. Bununla birlikte maden üretim esaslarını belirlendiği nizamnamelerle madenciliğin hukuki altyapısı oluşturuldu.


Sultan Abdülaziz

İLK MADEN NİZAMNAMESİ

Maden ocaklarıyla ilgili alınan kararlar 5 Ekim 1856’da padişah tarafınca onaylansa da ilk nizamname Sultan Abdülaziz döneminde 1861’de ortaya çıktı. Bu metin 1810 senesinde gösterilen Fransız Maden Nizamnamesi’nin tercümesinden hareketle hazırlanmıştı.

Buna nazaran bir şahıs, ruhsat almadan kendi arazisinde maden araması yapabilecekti. Haricindeki durumlarda ise maden araması için devletten ruhsat alma zorunluluğu getirdi. Ruhsat talebinde bulunan kişilerin maden sahası, madenin eşeysel ve bulgu kazıları esnasında oluşabilecek zararları tazmin edeceklerini dilekçelerinde belirtmesi gerekiyordu. Arama ruhsatı süresi iki yıldı.

Nizamnameye nazaran Osmanlı vatandaşı tek başına ya da ortaklık kanalıyla ayrıcalık alabilecekti. Bu nizamnameyle ilk kez yabancılara maden ihalelerine paydaş olarak katılma imkânı verildi. Bu tarihten ilkin bazı hususi imtiyazların haricinde genel olarak devlet, yabancılara maden imtiyazı vermemekteydi.


1726 yılına ilişik Slovakya Banska Stiavnica’daki madenlerin planı.

DOKTOR VE ECZANE ZORUNLU

1869’da yeni bir nizamname hazırlandı. Bilhassa 1867’de yabancıların Osmanlı coğrafyasında toprak satın almaya başlamasıyla yeni bir nizamnameye gereksinim duyulmuştu. Bu nizamname ilkine nazaran daha hacimlidir. Nizamnamede maden imtiyazı 10 yıldan 99 yıla çıkarılmıştı.

1869 Nizamnamesi’nde ilk kez madenlerin güvenliği ve sıhhat koşulları üstünde durulmuştur. Buna nazaran madenlerde bir hekim ve eczane bulundurulması mecburi hâle getirildi. Kazazede ailelere mahkemenin öngördüğü tazminatın ödenmesi kararlaştırıldı. Kazayı zamanında haber vermeyenlere ve meydana gelen kazalarda dikkatsizliği bulunanlara para cezaları verilmesi nizamnamede yer aldı.

Üçüncü Maden Nizamnamesi, 1887’de uygulamaya girdi. Maden alanındaki son düzenleme 1906 Maden Nizamnamesi’dir. Bu nizamnamede yabancı müteşebbislerin ayrıcalık başvurularındaki süre şikâyetlerini kaldıran adımlar atıldı. Bürokratik işlemler 1 yılla sınırlandırıldı. 1887 Nizamnamesi’nde olduğu şeklinde madende çalıştırılacak mühendis ve ustabaşıların haricinde işçilerin bölgede yaşayanlardan seçilmesi kararlaştırıldı.


Madenlerle ilgili bir belge.

MADENCİLERİN İNCİTİLMEMESİ İÇİN EMİRLER YAZILDI

Osmanlılar ilk fetihlerle beraber bilhassa Balkan topraklarında mühim maden ocaklarını ele geçirip burada çalışan gayrimüslim madencilerin şartlarını iyileştirerek üretimin devam etmesini sağladılar. Zaman içinde sınırların genişlemesi ve yeni oluşturulan ocaklarla beraber temel madenler hususunda çoğu zaman dışarıya bağımlı olunmadı.

Padişah değişikliğinden sonrasında meydana getirilen ilk işlerden biri, maden üretiminin artırılması ve madencilerin incitilmemesi hususunda ilgili yerlerin idarecilerine emirler yazılması oldu. Öteki taraftan maden ocaklarının işletilmesi, madenciler ve maden ocaklarıyla ilgili hizmette bulunan reaya ile ilgili sık sık kanunnameler kaleme gösterildi.

Maden ocakları eşkıyalar tarafınca sık sık saldırılan yerlerdendi. Üretim güvenliğini sağlamak isteyen devlet, maden ocaklarını ve çalışanlarını korumak için çeşitli önlemler de aldı. Celali isyanlarının yaşandığı dönemlerde hem Rumeli’de hem de Anadolu’da eşkıyaların hücum noktaları maden ocakları olmaktaydı. Devlet madenlerin korunması için muhafızlar belirleme etmiş, kimi zaman de derbentçi, martolos, yaya ve yörükleri buraların korunması için görevlendirmişti.

OSMANLI, MADENLERİ FARKLI SİSTEMLERLE İŞLETTİ

15-18. yüzyıllarda üretim kapasiteleri ve gelirlerine nazaran devletin uygun görmüş olduğu şartlar altında düzenlenen maden mukataaları çoğu zaman emanet, iltizam-malikâne ve ihale sistemleriyle işletildiler. Osmanlı madenlerinde devlet mülkiyeti esastı. Sadece bir şahıs, mülkünde herhangi bir maden bulması durumunda izin alıp ürünün beşte birini devlete vererek madeni işletebilirdi. Bir yada birbirine yakın birkaç maden ocağı birleştirilerek mali birimleri ifade eden “mukataa”ya dönüştürülür, emanet yada iltizam usulüyle yönetim edilirdi. Devlet bir işletmeyi belirli şartlarla müteşebbislere devrediyorsa bu uygulamaya “iltizam”, memurlar vesilesiyle yönetim ediyorsa “emanet usulü” denirdi. Maden ocaklarının idaresinde çoğu zaman emanet usulü tercih edilirdi.

Emanet, başlangıcında devletçe atanan ve belirli bir maaşı olan bir “güvenli”in bulunmuş olduğu işletim sistemi idi. Bu usulde devlet bir memura ana para vererek “güvenli” olarak bir yıllığına maden ocağına gönderirdi. Güvenilir, madendeki gelir-gider kontrolü, harcamaların kontrolü ve çalışanların huzurunun sağlanmasıyla ilgileniyordu. Eminin görevi maden ocağında olabildiğince fazla maden üretilmesini sağlamaktı. Cevherin işletilmesi için lüzumlu olan odun, kütük, kömür şeklinde malzemeleri tedarik eder, paraya gereksinim duyan madencilere ön ödeme ödemeleri yapardı. Vazife sonunda ise madencilerden bu ürünü devlet adına satın alır, ürünü devletin uygun görmüş olduğu yere naklettirirdi.

HALKA KÖTÜ DAVRANINCA AZLEDİLDİ

İkinci işletme seçimi olan “iltizam” ve “malikâne”de ise madenlerin maliye tarafınca tespit edilen senelik gelirinin asgari ve azami değerleri esas alınarak açık artırma usulüne nazaran peşin alınacak bir meblağla mültezime devrediliyordu. Devlet burada verilen taahhütlerin yerine getirilip getirilmediğine oldukça dikkat etmekteydi. Mültezimler tek şahıs olabildiği şeklinde birden fazla da olabiliyordu. Mültezim, çalışanların ücretlerini ve öteki harcamaları kendisi karşılardı.17. yüzyılın sonlarına gelindiğinde devlet ekonomisinde görülen bunalım sebebiyle Osmanlı idaresi iltizamları kayd-ı yaşam şartıyla vermeye başladı. Bu usule malikâne denildi Örnek olarak Selanik’te bulunan Sidrekapsi Madeni 18. yüzyıl başlangıcında malikâne olarak Çavuşzade ailesine verilmişti. Bu aile tarafınca yüzyılın son çeyreğine kadar 55 bin kuruşluk ödemeyle mukataa yönetim edilmişti. Sadece madende çalışan halka fena davranmaları sebebiyle Çavuşzade ailesine mensup mültezim azledilmişti. Maden işletmesinde üçüncü yol olan “ihale” ise 18. yüzyıl ortalarından itibaren yaygınlık kazanmış ve sonraki yüzyılda da varlığını devam ettirmiştir. İhale sistemi, maden şirketleri yada ruhsat alan kişilere maden araştırması için devlet topraklarının uzun soluklu imtiyazla kiraya verilmesidir.

SIKI BİR DENETİM ŞART

Erzincan İliç’teki maden kazasında büyük bir ihmalin olduğu anlaşılıyor. İş sahiplerinin daha çok kazanmak için iş sağlığı ve güvenliğini savsaklamak ihtimalleri devamlı olabilir. Bazı ihmallerde “Bizlere bir şey olmaz” diye görmezden gelebilirler. Onların zapturapt altına alınması için devletin denetimi esastır. Nitekim depremlerde yıkılan binalarda müteahhitler kadar orayı yeterince denetlemeyen devlet görevlilerinin de suçu vardır. Erzincan’da da madeni denetleyen yetkililerin tamamından bu işin hesabının sorulması gerekir. Türkiye’de birçok işteki sıkıntıların sebebi denetimlerin iyi yapılmamasıdır.